Hayali Şehir

Stok Kodu:
9786054363155
Boyut:
21.00x28.00
Sayfa Sayısı:
194
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2013-02
Çeviren:
F. Nilgün Aras
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
%22 indirimli
150,00
117,00
9786054363155
643063
Hayali Şehir
Hayali Şehir
117.00

Ne yalan söyleyeyim, bana bakmam için verilen, göz gezdirmeye başlayınca da içime çakılan resimlere (kusura bakmayın, fotoğraf lafına bir türlü ısınamadım gitti) bakınca ilk aklıma düşen Cemal Süreya'nın bir şiiri, o şiirden ismini alan Göçebe kitabı oldu. İstanbul'un minarelerinin lirik, köprülerininse diyalektik olduğunu söylediği Göçebe şiirinin en can acıtan dizelerinde Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası diyen Süreya'nın şehir sözcüğünden yabancılaştırdığı (baş)kent, tabii ki şehr-i İstanbul'da iyice yalnızlaşıyor, yalınlaşıyor. Aynen resimlerin boyunca zihnimizde hayaller kurduran, hikayeler uyandıran, içimize bir kor gibi düşen ve aynı zamanda üşüten göçün yalnızlığı, tortusu ve müstesna lisanıhâli gibi. Evet, yoksulluğun cümlelerini göremiyoruz belki ama, aynen bir lügatı oluşturan kelimeler gibi mümkün olabilecek her yansısı (her kelimesi) resimlerden gözümüze doğru yansıyor. Cemal Süreya'nın sözünü ettiği köprülerdeki diyalektiği de hatırlayacak olursak, Ece Ayhan'ın (Ece'den söz etmesem Cemal kırılırdı, bilirim) dediği gibi resmin arabını (negatifini), arka planını şekillendiriyor.

İlk saptama: Resimdekiler uçuruma baktıkça uçuruma düşecekmiş gibi olan insanlar kadar uzaklar, neredeymiş bu metropolün çevresi, varoşu? diye sormanın cehaleti kadar da yakınlar. Şehrin sadece saklanan, baskılanan, görünmez kılınan insanlarının çehrelerini görmüyoruz ki bu resimlerde, aynı zamanda bir sürü hâllerini, âdetlerini, eğlenme biçimlerini, ancak birbirlerine tutunarak hayatta kalabilmelerini ve neticede, ne olursa olsun yalınkılıç mücadelelerini de görüyor, hissediyoruz. Her gün belediye otobüsünde karşılaştığımız, aş için, iş için, devletle, merkezle, kamuyla çarpışmak için, belki sağlığına kavuşmak, belki de sağlığını kaybetmek için şehrin çeperlerinden kopup gelen insanların hayatlarındaki sergüzeşti de hayal ediyoruz resim resim.

Yanlış anlamayın, unutmayın ki İstanbul'dayız, çeperler bazıları tam da şehrin ortasında olabiliyor, illa ki dışına çıkmamız gerekmiyor şehrin sosyal coğrafyasında. Her şey yanyana çünkü bu memleketin en büyük metropolünde, bir zamanlar çöplüğü berhava olan semtinde açılabiliyor anlı şanlı Ikea.

Modernleştik ya çöpün patlamayacağı artık kesin, parçaları uçup gitmiş başka semtlere, kokusu başka mahallelere...

Ne yalan söyleyeyim, bana bakmam için verilen, göz gezdirmeye başlayınca da içime çakılan resimlere (kusura bakmayın, fotoğraf lafına bir türlü ısınamadım gitti) bakınca ilk aklıma düşen Cemal Süreya'nın bir şiiri, o şiirden ismini alan Göçebe kitabı oldu. İstanbul'un minarelerinin lirik, köprülerininse diyalektik olduğunu söylediği Göçebe şiirinin en can acıtan dizelerinde Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası diyen Süreya'nın şehir sözcüğünden yabancılaştırdığı (baş)kent, tabii ki şehr-i İstanbul'da iyice yalnızlaşıyor, yalınlaşıyor. Aynen resimlerin boyunca zihnimizde hayaller kurduran, hikayeler uyandıran, içimize bir kor gibi düşen ve aynı zamanda üşüten göçün yalnızlığı, tortusu ve müstesna lisanıhâli gibi. Evet, yoksulluğun cümlelerini göremiyoruz belki ama, aynen bir lügatı oluşturan kelimeler gibi mümkün olabilecek her yansısı (her kelimesi) resimlerden gözümüze doğru yansıyor. Cemal Süreya'nın sözünü ettiği köprülerdeki diyalektiği de hatırlayacak olursak, Ece Ayhan'ın (Ece'den söz etmesem Cemal kırılırdı, bilirim) dediği gibi resmin arabını (negatifini), arka planını şekillendiriyor.

İlk saptama: Resimdekiler uçuruma baktıkça uçuruma düşecekmiş gibi olan insanlar kadar uzaklar, neredeymiş bu metropolün çevresi, varoşu? diye sormanın cehaleti kadar da yakınlar. Şehrin sadece saklanan, baskılanan, görünmez kılınan insanlarının çehrelerini görmüyoruz ki bu resimlerde, aynı zamanda bir sürü hâllerini, âdetlerini, eğlenme biçimlerini, ancak birbirlerine tutunarak hayatta kalabilmelerini ve neticede, ne olursa olsun yalınkılıç mücadelelerini de görüyor, hissediyoruz. Her gün belediye otobüsünde karşılaştığımız, aş için, iş için, devletle, merkezle, kamuyla çarpışmak için, belki sağlığına kavuşmak, belki de sağlığını kaybetmek için şehrin çeperlerinden kopup gelen insanların hayatlarındaki sergüzeşti de hayal ediyoruz resim resim.

Yanlış anlamayın, unutmayın ki İstanbul'dayız, çeperler bazıları tam da şehrin ortasında olabiliyor, illa ki dışına çıkmamız gerekmiyor şehrin sosyal coğrafyasında. Her şey yanyana çünkü bu memleketin en büyük metropolünde, bir zamanlar çöplüğü berhava olan semtinde açılabiliyor anlı şanlı Ikea.

Modernleştik ya çöpün patlamayacağı artık kesin, parçaları uçup gitmiş başka semtlere, kokusu başka mahallelere...

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat