Kıyıya Vuran Kırk Dalga

Stok Kodu:
9786059889964
Boyut:
13.50x21.00
Sayfa Sayısı:
160
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2016-09
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
2. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%15 indirimli
40,00
34,00
9786059889964
480075
Kıyıya Vuran Kırk Dalga
Kıyıya Vuran Kırk Dalga
34.00

Mültecinin kelime anlamını yazarken, bir yandan da bu konuyla ilintili olarak insan olmanın mânâsını düşünüyorum. Mülteci kelimesini duyduğu anda yüzü ekşiyen, tiksintiyle bakan hatta o kadarına bile gerek yok; ya önemsemediği ya da ne olduğunu tam bilmediği için anlamsız, boş boş bakan biri olmamalı diye düşündüm “İnsan olmak” tanımının hakiki mânâsı. Kalben ve aklen çekilen girift bir ızdırabı bulmasa bile, en azından bir yürek sızısı olmalıydı insan olanın kalbinde bu kelime: Mülteci...

Yerleşmek maksadıyla olmayıp, bir zaruret nedeniyle, geçici olarak oturmak üzere bir ülkeye sığınan kişilerdir mülteciler. Başka bir ülkeye veya yere sığınmış olan kimse, sığınmacı, sığınık. Kelime anlamı böyle diyordu. Bir tercihten değil, bir zaruretten bahsediyordu. Oysa hayatın içinde tekabülü çok daha ötesiydi. Bir yerden bir yere gitmekten, hatta sürülmekten çok daha ötesiydi. Yurdu geride bıraktırılıp, gurbete mahkûm edilmekti. (Bu manada düşününce, hepimizin bu dünyada birer mülteci olduğu sonucu çıkıyor ki bu da bambaşka bir gerçeklik.) Yurdunu geride bırakmak, sadece bir ikamet değişikliği değil elbette. Hangi yaşta olursa olsun geçmişini ve geleceğini bırakmak geride. Maddi manevi, halihazırda sürülen bir hayatı, mecburen geride bırakıp bir bilinmeze yol almak... Evini, yurdunu, anılarını, atalarını, ümitlerini, hayallerini bırakmaya mecbur edilmek; en çok da halk olmanın itibarını bırakıp mültecilik sıfatı ile birlikte, en iyi ihtimalle bir ensar yüreğinin düşüne sığınmak belki de...

Mültecilere en çok ev sahipliği yapan bir ülkenin vatandaşı olmaktan, ensar-muhacir samimiyetinde hislerle gurur duyan kaç kişiyizdir bilmem ama... Asla yurdundan, vatanından ayrı yaşayamayacak, vazgeçilmezleri arasında ilk sıralarda vatanı olan bir millet olarak, ülkemizdeki mültecilere bakışımız bambaşka olmalı. Onların zaruretten misafirimiz olmuş olduklarını unutmaksızın bir ev sahibi içtenliğinde ve nezaketinde en güzel şekilde ağırlamak olmalı tavrımız. Hor bakmadan, ötelemeden, ikincilemeden, hatta mümkünse, yaralarına, yarımlıklarına, mahzunluklarına hürmet ederek. Rabb'imizin kırık gönüllerde olduğunu hatırlayıp bu kardeşlerimizin bizim İlahî rızayı kazanmamıza birer vesile olmaları sebebiyle, içten muhabbet ve şükranla, insan olmanın erdemi, kul olabilmenin bilinciyle davranmalı. Hem onların geleceğine hem de kendi insanlık onurumuza ve Müslümanlık vasfımıza sahip çıkmalıyız. Şimdi empati kurmaktan çok daha fazlasını özünde saklayan bir millet olarak, bu misafirlerimizle hemhal olup, onların taşıdığı yükü bölüp, bizim olanı da bölüşerek Rabb'imize karşı bu ev sahipliğimizin hem borcunu hem şükrünü eda etmeliyiz. Ve bayrağımızın dalgalandığı şu topraklarda olabilmenin sadakası niyetine yüzümüzden tebessümü, dilimizden şükrü, kalbimizden merhameti hiç eksik etmesin diye Rabb'imize dua ve niyaz etmeliyiz...

Mültecinin kelime anlamını yazarken, bir yandan da bu konuyla ilintili olarak insan olmanın mânâsını düşünüyorum. Mülteci kelimesini duyduğu anda yüzü ekşiyen, tiksintiyle bakan hatta o kadarına bile gerek yok; ya önemsemediği ya da ne olduğunu tam bilmediği için anlamsız, boş boş bakan biri olmamalı diye düşündüm “İnsan olmak” tanımının hakiki mânâsı. Kalben ve aklen çekilen girift bir ızdırabı bulmasa bile, en azından bir yürek sızısı olmalıydı insan olanın kalbinde bu kelime: Mülteci...

Yerleşmek maksadıyla olmayıp, bir zaruret nedeniyle, geçici olarak oturmak üzere bir ülkeye sığınan kişilerdir mülteciler. Başka bir ülkeye veya yere sığınmış olan kimse, sığınmacı, sığınık. Kelime anlamı böyle diyordu. Bir tercihten değil, bir zaruretten bahsediyordu. Oysa hayatın içinde tekabülü çok daha ötesiydi. Bir yerden bir yere gitmekten, hatta sürülmekten çok daha ötesiydi. Yurdu geride bıraktırılıp, gurbete mahkûm edilmekti. (Bu manada düşününce, hepimizin bu dünyada birer mülteci olduğu sonucu çıkıyor ki bu da bambaşka bir gerçeklik.) Yurdunu geride bırakmak, sadece bir ikamet değişikliği değil elbette. Hangi yaşta olursa olsun geçmişini ve geleceğini bırakmak geride. Maddi manevi, halihazırda sürülen bir hayatı, mecburen geride bırakıp bir bilinmeze yol almak... Evini, yurdunu, anılarını, atalarını, ümitlerini, hayallerini bırakmaya mecbur edilmek; en çok da halk olmanın itibarını bırakıp mültecilik sıfatı ile birlikte, en iyi ihtimalle bir ensar yüreğinin düşüne sığınmak belki de...

Mültecilere en çok ev sahipliği yapan bir ülkenin vatandaşı olmaktan, ensar-muhacir samimiyetinde hislerle gurur duyan kaç kişiyizdir bilmem ama... Asla yurdundan, vatanından ayrı yaşayamayacak, vazgeçilmezleri arasında ilk sıralarda vatanı olan bir millet olarak, ülkemizdeki mültecilere bakışımız bambaşka olmalı. Onların zaruretten misafirimiz olmuş olduklarını unutmaksızın bir ev sahibi içtenliğinde ve nezaketinde en güzel şekilde ağırlamak olmalı tavrımız. Hor bakmadan, ötelemeden, ikincilemeden, hatta mümkünse, yaralarına, yarımlıklarına, mahzunluklarına hürmet ederek. Rabb'imizin kırık gönüllerde olduğunu hatırlayıp bu kardeşlerimizin bizim İlahî rızayı kazanmamıza birer vesile olmaları sebebiyle, içten muhabbet ve şükranla, insan olmanın erdemi, kul olabilmenin bilinciyle davranmalı. Hem onların geleceğine hem de kendi insanlık onurumuza ve Müslümanlık vasfımıza sahip çıkmalıyız. Şimdi empati kurmaktan çok daha fazlasını özünde saklayan bir millet olarak, bu misafirlerimizle hemhal olup, onların taşıdığı yükü bölüp, bizim olanı da bölüşerek Rabb'imize karşı bu ev sahipliğimizin hem borcunu hem şükrünü eda etmeliyiz. Ve bayrağımızın dalgalandığı şu topraklarda olabilmenin sadakası niyetine yüzümüzden tebessümü, dilimizden şükrü, kalbimizden merhameti hiç eksik etmesin diye Rabb'imize dua ve niyaz etmeliyiz...

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat